er-Rezzâk: Yarattığı bütün mahlûkatın rızkını veren, ruh ve bedenlerin gıdasının yaratan Rabbimize sonsuz şükürler olsun. İbadet ve hayırları yapmak kadar, onların makbul olması için de birçok hassâsiyeti gözetmek îcâb eder.

er-Rezzâk: Yarattığı bütün mahlûkatın rızkını veren, ruh ve bedenlerin gıdasının yaratan Rabbimize sonsuz şükürler olsun.
İbadet ve hayırları yapmak kadar, onların makbul olması için de birçok hassâsiyeti gözetmek îcâb eder.
Mevlânâ Hazretleri’nin buyurduğu gibi:

“İbadetin kabul ediliş alâmeti, o ibadetten sonra hemen başka ibadete girişmek, birbiri ardınca durmadan hayırlara koşmaktır.”

Bir amelin kabul edilmediğinin alâmetiyse, onu mâsıyetlerin, yani yanlış işlerin takip etmesidir. Bundan daha kötüsü ise, bir iyilikten sonra işlenen kötülüğün, o iyiliği silip götürmesidir.

Kur’ân-ı Kerîm’de bildirildiği üzere Cenâb-ı Hak, sâlih amellerin ecrini günahlarla yok eden kimse gibi olmaktan îkaz sadedinde, şu teşbihte bulunmaktadır:

“…İpliğini sağlamca büktükten sonra, çözüp bozan kimse gibi olmayın!..” (Nahl, 92)

İşte bu ilâhî tâlimâta bilhassa ibadet hayatımızda dikkat etmeli, yaptığımız amellerin kabul edilmemesinden veya boşa gitmesinden korkmalıyız. İbadetlerle geçirilen bir Ramazan’dan sonra tekrar yanlışlara, günahlara, gaflete dûçâr olmak, doldurulan çuvalın ağzını bağlamadan terk etmeye benzer. Biriktirilen, kazanılan ne varsa dökülür, elde sadece hüsran kalır.

Bunun içindir ki Hazret-i Ali (ra) şu îkazda bulunur:

“Yaptığınız sâlih amellere gösterdiğiniz ehemmiyetten daha fazlasını, onun kabûlüne ve korunmasına gösteriniz.”

Meselâ; edâ edilen ibadetlerle, gurur, kibir, ucub ve enâniyete kapılmak, yani “Ben yaptım!” diyerek nefse pay çıkarmak da yapılan amellerin kıymetini ziyan etmenin bir başka şeklidir.

Yine, kişinin sağlığında yaptırdığı bir câmiye, mektebe, hayrâta, kendi ismini koydurması da, yaptığı hayra nefsini ortak etmesi demektir. Hâlbuki tevhid akîdesinin ortaklığa tahammülü yoktur. Lâkin kişi vefât ettikten sonra, evlâtları, mirasçıları bir hayır eseri yaptırıp ona vefât eden büyüklerinin ismini verebilirler. Bunda bir beis yoktur. Çünkü bu, geçmişlerinin rahmetle anılması gâyesine mâtuftur. (Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi Temmuz-2016)